27 Nisan 2008 Pazar

Galatasaray - Fenerbahçe

Dün Sivasspor kazandı.

Bugünkü derbi öncesinde Galatasaray cephesindeki psikolojiyi anlayabilmek için, düşünmeye bununla başlamak lazım.

Maçın gidişatını öngörebilmek için de Galatasaray cephesindeki psikolojiyi anlamak lazım.

Dün Sivasspor kazandı. Zirvedeki ikilinin dibine kadar geldi sokuldu.
ve hala Galatasaray'la maçı var.
Galatasaraylı oyuncular bugün maçı kazanırsa, son kez bir derin nefes alıp Sivas karşısında da sıkı durarak ligi yukarıda bitirme şansını yaratmış olacaklar kendine.
Bugün ama kazanamazlarsa, ne olduğunu anlayamadan kendilerini son maça üçüncü sırada çıkmış olarak bulabilirler.

Kadroda bugünkü maçı kazanabilecek dirayet var mı?

Bu dirayetin iki bileşeni var. Bir, işin zihinsel boyutu; İki, bildiği futbolu sahada uygulayabilmek.

Bu ikisi için de, önce çok iyi bir teknik direktörünüz olması gerekir. Bu Galatasaray'da yok.
Ama onlarda şimdi başka bir şey var. Ne olduğunu hemen söyleyeyim.

Bu Galatasaray kadrosu, kulübün bizim şahit olduğumuz son yirmi yılının en sorumluluk sahibi kadrosu. Üstelik bu sorumluluk başka türlü bir sorumluluk. Başlarında lider yok...ve bunu kendileri istediler. Her biri, bizzat elini taşın altına sokmak zorunda. Bunun kaçarı yok. Dertlerini kimseye anlatamazlar. Herkes, hem saha içinde oyun olarak, hem saha dışında takımın oyunu hakkında kafa yormak anlamında, alıcılarını yüzde yüz açmak zorunda.
17 Mayıs 2000'de Kopenhag Parken Stadyumu'nda sahaya çıkan kadro bile bunu yaşamamıştı.

Bildiği futbolu uygulayabilmek konusunda ise her an sıkıntı doğabilir. Orada sıkıntıyı, saha içindekilerle kulübedekiler hep beraber çözmek zorunda kalacaklar. Takımın başında bir beyin yok demiyorum. Cevat Güler mutlaka bir futbol beynidir. Ama burada çok farklı bir sorumluluk dağılımı modeli var. Bu bambaşka bir yönetim biçimi. Bu, "anarşi"ye yakın.
Problem olduğunda neler olabileceğini öngörmek zor.

Buradan bağlayalım oyun sistemine. Gün ortasında bir haber aldık, Lincoln yok. Bir haftadır ne konuşuyoruz, "Orta saha kuvvetlendi, takım tek forvete döndü, Lincoln rahatladı."
Lincoln denklemden çıkınca ne oldu muhabirlerin verdiği muhtemel onbir, "Nonda ve Hakan'lı çift forvet"
Bu nasıl iştir?

İşte bunun için, "problem olduğunda öngörmek zor"
Umuyorum ki, ya muhabirler yanılıyor olsun ve Arda'lı, Ayhan'lı, M.Topal'lı bir orta saha çözümü ile tek forvet Nonda (veya Ümit) oynasın, ya da Nonda kendisini orta sahaya yakın oynamaya hazırlıyor olsun biraz, yanında ikinci bir golcü olacaksa.
...ve tabi ki onu bir kez daha anmak zorunda kalıyoruz...Ah Linderoth ah!

Fenerbahçe'nin ise forvetleri formda. Onlarla birlikte çalışacak orta saha elemanları da formda. Ne yapacaklarını da gayet iyi biliyorlar. Bu sezon kendilerini defalarca üst düzey maçlarda test ettiler. Bu atmosferin antrenmanını çok yaptılar. İyi konsantre olurlarsa bu maçı kazanma gücü ellerinde.

Bugünün en merak uyandıracak konusu herhalde Ayhan, M.Topal - Maldonado, Aurelio çarpışmasının ne sonuç vereceği.

Son olarak, Lincoln için geniş bir parantez açmak lazım.

* * *

Lincoln

Yeter. Problem neyse çözülsün!

Galatasaray - Fenerbahçe


Bütün sezonun gelip kilitlendiği 90 dakika oynanacak saat 19:00'da. Günlerdir ülke her şeyi bıraktı, derbiyi konuşuyor. Okulda, iş yerinde, kahvede, otobüste, forumlarda tek konu bu maç oldu. Puan durumuna bakınca olması da doğal. Çünkü kazanan muhtemelen şampiyon olacak.



Uzun yıllardır böyle güzel bir puan durumu hatırlamıyorum. Sivas'ın bu konudaki katkısını es geçmeyelim, onunla ilgili güzel bir yazıyı da sezon sonu için baretta'ya paslayalım.

İlk maçı 2-0 Fenerbahçe kazanmıştı. Yani ikili averajda üstün. Berabere kalmak dahi Fenerbahçe'nin işine yarıyor. Kazanırsa Galatasaraylılar da şampiyonluğunu kutlar Fenerlilerin. Çünkü kalan 2 maçından 1'ini alması yetecek bu durumda.

Fenerbahçe - Gençlerbirliği
Trabzonspor - Fenerbahçe

Galatasaray ise kazandığı takdirde işi hala bitmemiş olacak. Çünkü önünde zorlu iki maç olacak. Eğer Galatasaray ikili averajda üstünlük sağlayacak şekilde kazanırsa ona da kalan 2 maçtan 3 puan yetecek.

Sivasspor - Galatasaray

Galatasaray - G. Oftaş


Yavaş yavaş maça girersek, Galatasaray'ın ne oynayacağını az çok tahmin ediyorum. Bu sene Fenerbahçe'nin güzel futbolunu bozan takımlara baktığımız zaman (Chelsea, Galatasaray) anahtar hamleleri aynıydı: ön liberodan başlayarak yoğun pres. Tek rahat bıraktıkları adamlar Edu-Lugano ikilisiydi. Diğer bütün oyuncular sürekli baskı yiyordu ve rahat pas alışverişi yapamıyordu. Fenerbahçe'nin de oyunu yavaş tempoda bol pasa, kurulu set hücumuna bağlı. Stoperler pas verecek oyuncu bulamayınca forvete şişirmekten başka bir şey yapamaz olmuşlardı, ki ilerde Koller, Carew, Drogba, Hakan Şükür gibi bir oyuncunuz olmadıkça bu şişirmeler, %90 top kaybı demek oluyor.


Haliyle Galatasaray'ın genç orta sahasından yoğun bir baskı bekliyorum. Bu anlamda Lincoln'ün sakatlanmış olması bir avantaj bile sayılabilir sarı kırmızılılar için. Mehmet Topal, yine Alex'i çok zorlayacaktır. Ki kendisini Euro 2008'de de göreceğiz muhtemelen. Aurelio'nun bir alternatifinin olması çok iyi oldu. Hüseyin Çimşir'e bel bağlamak zorunda kalmayacağız.

Muhtemelen yine tek forvetli dizilimle sahaya çıkacak Galatasaray. Ortada yoğun bir baskı yapacaklarından, Fenerbahçe'nin oyunu sağlam bir şekilde kanatlara yayması gerekiyor. Yine Uğur Boral ve Gökhan Gönül kilit isimler. Özellikle Sabri ve Arda gibi isimlerin kanatlarda olduğunu düşünürsek, bu bölgelerde hazine bulabilir deplasman takımı.

Fenerbahçe forvette Kezman'la başlayacak muhtemelen. Ön liberoda Maldonado'yu tercih etmesi gerekiyor Zico'nun. Çünkü yoğun baskı altında Selçuk çok da güvenilir bir adam değil, pas hatasını pek seven bir futbolcu. Tabii Maldonado'nun da artık defansın içine gömülmekten vazgeçmesi gerekiyor. Çünkü o Edu-Lugano'nun arasına girince takım da otomatikman geriye yaslanıyor, çıkamıyor sahasından. Oyunu ileri taşıyacak isim Maldonado olacaktır burada (oynarsa tabii).

Maçın hakemine gelirsek, maalesef ülkenin tek formda hakemi Fırat Aydınus tarafından yönetilecek yine.


Bu fotoğrafı çeken foto muhabirini de tebrik ediyorum bu arada. Futbol hakeminden, yeni kaset çıkarmış arabeskçi şekli çıkarmış ya, helal olsun. Ne yaratıcı insanlar var spor medyamızda.

Artık yönetim sorunu da bittiğine göre Ali Sami Yen'de kuru bir derbi izleme umutlarıyla yavaştan akşama hazırlığımıza başlayalım.


Galatasaray taraftarından da güzel koreografiler bekliyorum. Marşlar falan hazırlandığına göre sağlam bir hazırlık var.


Hepsinden öte, yukarıda bütün yazılanların da boş olduğunu söyleyelim en sonda. Derbi bu. 99 yıllık rekabet, her Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarına farklı şeyler hissettiren maçlar. Futbolcular da farklı değil. O nedenle bugün sahada konuşulacak her şey. Umarız beklediğimize değer, güzel bir sezon finali yaparız.

26 Nisan 2008 Cumartesi

Adana 5 Ocak Dolmabahçe Stadyumu...


Beşiktaş'ın bu sezon kazandığı en rahat maçtı heralde bugünkü maç. Maçı Adana'ya "sürmüştü" Federasyon, ama bu Beşiktaş'a ceza olacağı yerde büyük bir hediye oldu. Büyük takımların Ankara ve İzmir'de çok taraftarının olduğu bilinir, çoktur ama hiçbir zaman kendi evlerindeki taraftar kadar da nitelikli değillerdir. Bugün Adana'da muhteşem bir Beşiktaş seyircisi vardı. Tribünler doluydu, ama kuru kalabalık değil, çArşı ruhu ordaydı. Daha maçın başlamasıyla ve atmosferi görmemle birlikte, bu maçı rahat kazanacağımıza inandım. Diğer iki büyüğe göre son yıllarda geri kalan Beşiktaş'ın, evinden 1000 km uzaktaki bir şehirde, kendisini bu kadar çok seven taraftarlarının olduğunu tekrar idrak etmesi çok önemliydi. Beşiktaş ruhunun yeniden dirilişi Adana'dan başlayabilir. 19 senemi geçirdiğim, doğup büyüdüğüm, "memleketim" dediğim Adana ile; gönül verdiğim, başarısıyla bayram ettiğim, başarısızlığı hayatımı kabusa çevirecek kadar sevdiğim klüp Beşiktaş'ın böyle kesişmesine benim kadar sevinen azdır heralde.

Maçın teknik analizine hiç girmeyeceğim, sadece Holosko + Serdar Özkan demem yeter. Sahada Bursaspor olmayınca, bu iki oyuncu farka yetti, gerisi ayrıntı olur.

Her ne kadar sonuç olumlu da olsa, taraftarları arasında ciddi husumet bulunan iki klübün maçını, ülkenin en çabuk alev alabilen insanlarının yaşadığı Adana'ya vermek de prensipte hata idi. Maçın, Bursaspor plakası olan 16. dakikasında, ufak tefek görünen ya da yansıyan ama aslında yaklaşık 10 dakika süren olaylarını düşününce haklı olduğumu tekrar görebiliyorum.

Adana seyircisine dönersek, kupadaki Adanademirspor - Trabzon maçlarında, bu şehrin seyircisi, futbol bağlılığını ve özlemini ispatlamıştı. Bu maç ta ispatı perçinledi. Senelerdir bu büyük şehrin Süper Lig'de takımı yok. Muhtemelen Adanaspor ve Adanademirspor bu sene yükselme grubuna çıkacaklar. Belki bir sonraki sene şehir takımlarından biri veya ikisi Süper Lig'e yükselirler, kim bilir? Bu gerçekleşirse, lige çok renk katacakları kesin.

Son olarak, bu galibiyetin ve atmosferin; Beşiktaş takımının, teknik ve idari yönetiminin aklını başına getireceğini umud ettiğimi söylemek isterim.

17 Nisan 2008 Perşembe

İki Resim Arasındaki 7 Fark...



Yukarıdaki resimler Türkiye Süper Ligi hakemlerinden Fırat Aydınus ve Halis Özkahya'ya ait. Aradaki farkı bulabilene, hangi resmin hangi hakeme ati olduğunu tahmin edebilene aşk olsun. İki hakemin dış görünüş dışında da benzer yanları yok gibi. Birisi Istanbul bölgesi, diğeri Batman bölgesi hakemi. Biri Süper Lig klasmanında diğeri FIFA kokartlı. 65 milyonluk ülkede birbirine bu kadar benzeyen iki insanın hakem olma kararı alıp, gerekli tüm aşamaları başarıyla geçerek Süper Lig'de aynı dönemde görev alabile ihtimalinin yüzde kaç olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz?

Sayısız olumsuzlukların yaşandığı ülkemiz futbolunda, bunun gibi bir enteresanlığı atlamak olmazdı. Can sıkıcı konularda boğulmak yerine bazen bu noktalara kafa yormak gerek sanırım. Ben şimdiden ileride iki hakemimizin de FIFA kokartlı olduğunu, Avrupa'da bir maça, biri orta diğeri 4. hakem olacak şekilde atandığını düşlemeye başladım bile.

15 Nisan 2008 Salı

İroni


Futbol: Erkek oyunu
Ülkenin en iyi futbol dergisi: FourFourTwo
FourFourTwo'nun editörü: Bir kadın - Banu Yelkovan


12 Nisan 2008 Cumartesi

Ruh İkizi


Bu yazı, yukarıdaki fotoğrafa adanmıştır.

O fotoğrafta yaşanan duygusal birliktelik için yazılmıştır.

Bu ruh birlikteliği kendini anlatmak için yazıya ihtiyaç duymakta mıdır, herhalde 'hayır'. Yazı, sadece onun fotoğrafını tekrar tekrar basıp çoğaltmak için bir araçtır.

Fotoğraf 1999 yılında çekilmiş, Liverpoollu Michael Owen'in, Manchester United'a karşı kaçırdığı bir golden hemen sonraki anı göstermektedir.

O anda, sahadaki Liverpoollular tribünde, tribündeki Liverpoollular sahadadır.
...ama illa ki hepsi beraber, futbolun insana yaşattığı duyguların en saf haliyle ifade edildiği yerde ve zamandadır.

* * *

Fotoğraf, Galatasaray Dergisi'nin Ekim 2003 sayısından alınmıştır.

8 Nisan 2008 Salı

Rövanş


İlk maçın ilk yarısı adına sevinilecek tek nokta şuydu: Fenerbahçe o kadar kötü oynadı ki [veya Chelsea oynatmadı] bir daha bundan daha kötü oynaması mümkün değil.
***
Bizi en fazla umutlandıran noktalardan birisi Alex'in neredeyse hiç oynamadığı bir maçı kazanmış olmamız.Diğer umutlandıran nokta Chelsea'li oyuncuların ilk maçı hala "kaza" olarak görmesi ve Fenerbahçe'yi bir önceki turda eledikleri Olympiakos'la kıyaslayıp çok rahat bir galibiyet alacaklarını düşünmeleri. Bu defa kanatları daha güçlü bir Fenerbahçe oynacak ki bu oyunun İstanbul'daki gibi orta sahaya sıkışmaması ve Alex'in rahatlaması demek.
***
Maldonado grip'ten yeni çıktı, Zico muhtemelen Selçuk'u oynatacak. Kezman maç öncesi yedek takımla ısındı ama tahminim o ki yine alışık olduğu bu stadda ilk 11 başlayacak.
***
Mustafa Denizli'nin "maçtan önce maçı defalarca yaşarım" söylemine atfen...
Fenerbahçe maça hızlı başlayacak.
Kezman'â penaltı yapılacak, atışı Alex kullanacak. 0-1.
İlk yarı bu skorla bitecek.
2. yarı'da Volkan - Serdar [zorunlu] değişikliği yapılacak.
75-85 arası Chelsea 2 gol bulacak... 2-1 [1'ini Ballack, diğerini Anelka atacak]
Uzatma dakikaları
Fenerbahçe 93. dk'da Kezman'la gol bulacak. 2-2
99. dk'da Aurelio kırmızı kart görecek.
105-110 arası Chelsea'den Carvalho kafa golü atacak. 3-2
118.dk'da Chelsea'den Anelka bir gol daha atacak ama hakem pozisyon öncesi faul olduğuna kanaat getirip golü iptal edecek.
Yarı Finaldeyiz. [İnşallah] :)

Chelsea - Fenerbahçe


Şüphesiz ki çubuklu formanın tarihindeki en önemli maçı. Avrupa'da gelebildikleri en üst noktaya geldiler, bunu da aşmaya çalışacaklar.

Takımların durumundan bahsetmek gerek biraz. Chelsea'de Cech tam iyileşti, oynayacak derken idmanda Ben-Haim ile çarpıştı, yüzü dağıldı. Haliyle sezonu kapattığı söyleniyor. Kalede kimselere güven veremeyen Cudicini olacak. Deivid'e gün doğdu yine.

Fenerbahçe'de ise Carlos %100 durumda olmadığı için, Vederson ile başlayacağını söylemiş Zico. Bu büyük bir eksiklik. Baskı yenilen anlarda takımı rahatlatan, oyunu yavaşlatan, özellikle de psikolojik olarak diğer oyuncuları etkileyen biriydi. Bu maçta oldukça ihtiyaç vardı. Sağda Gökhan Gönül yerine geçecek, Ashley Cole ile mücadelesi nefis olacak. Maldonado grip olmuş ama maça kadar iyileşeceği söyleniyor.

Maça gelirsek; Chelsea'nin müthiş bir presle başlamasını bekliyorum, aynı ilk maçta yaptıkları gibi. İlk yarıda en az 2-0'a getirip rahatlamak isteyeceklerdir. Fenerbahçe'nin bu baskıda iyi top çıkarması lazım. İlk maçta bunu yapamamışlardı. En formda dönemindeki Ballack, hasta olduğu için kötü bir Lampard ve önde Malouda-Drogba-J. Cole sağlam bir baskı yapmışlardı, takım yerden top çıkaramadığı için uzun toplarla çıkmaya çalışmıştı. Uzun topları almada ve rakip yarı sahada tutmadaki başarısı dünya çapında bilinen Kezman da, Carvalho-Terry arasında saklambaç oynamış, haliyle 45 dakika boyunca ceza sahasına bile giremeyen bir Fenerbahçe görülmüştü.

Bu maçta takımın yapacağı şey belli aslında. Ortadaki çılgın üçlüyü geçmek pek mümkün olmadığı için kanatlara inmek gerekiyor. Gökhan Gönül bu bakımdan çok yararlı olacak topu ileriye taşımada. Aynı şekilde ilk maçta kayıpları oynayan Uğur Boral da beklenen performansını vermesi gerekiyor bu karşılaşmada. Eğer kanatlar iyi işlerse, Fenerbahçe topu rakip yarı sahada tutacağı için baskıdan kurtulacaktır. Gol bulup, bulmaması önemli değil. İlk yarı 0-0 bitse bile çok iyidir. Çünkü o baskıyı uyguladıktan sonra, aynı ilk maçta olduğu gibi, Chelsea'nin 2. yarı oyundan düşmesini bekliyorum. Yorulmuş bir takıma karşı da çok rahat oynayabildiğini gördük bu takımın.

Kezman-Semih geyiği hepimizi baydı ama Semih'in özellikle bu maçta oynaması gerektiğini herkes biliyor artık. Zico'nun da Semih'le başlayacağı şeklinde haberler çıkıyor. Rakip yarı sahada top tutmak gerek. Bunu da yapan yegane adam Genç Semih.

Chelsea'de Makelele yerine ön libero olarak Essien tercihini görebiliriz. Orta saha çizgisini geçmeyen Fransız'ın aksine, hücum gücü daha kuvvetli Essien'i oynatmak mantıklı. Sağ bekte Ferreira'nın oynaması bekleniyor. Beklenen kadrolar:

Cudicini : Ferreira - Carvalho - Terry - A. Cole: Essien - Lampard - Ballack : Kalou - Drogba - J. Cole

Volkan : Gökhan - Lugano - Edu - Vederson : Maldonado : Deivid - Aurelio - Uğur : Alex : Semih

6 Nisan 2008 Pazar

Uzaktakini Bulanık Görmek - Uluslararası Şuursuzluk

Her transfer döneminde, mancınıkları kurup gündemin ortasına el yapımı transfer bombalarını sallayan spor muhabirlerimizi gördükçe, "Nedir bu bizim basınımızın hali" muhabbetine başlarız.

Aslında düşünmeyiz ki bu, "bizim" basınımız değildir, bu insanlık halidir. İşini iyi yapan insanlar da, işini kötü yapanlar da, dahiler de, düşkünler de, dünya ülkelerine aslında eşit olarak dağılmışlardır.

Bunu anlayabilmek için, belki kendimizi biraz dünyaya açmamız lazımdır, biraz normalleşmemiz, biraz sıradanlaşmamız lazımdır kim bilir...
...Kim bilir, belki kendimizi sıradanlaştırmak, bizi "Dünyanın incisi eşsiz Türkiye"den mahrum bırakacak, ama "Böyle rezalet ancak Türkiye'de olur"dan da kurtaracaktır.

Bunların ikisi de, bizim kendi kafamızın içinde yarattığımız efsanelerden ibarettir belki de.

* * *

İngiliz The Sun gazetesini uzun uzun anlatmaya gerek yok.

Zaten bu sefer, onlar bizi bize anlatmayı uygun bulmuş. Mancınıkları sağlam ama...
(dünyaca ünlü gazete ya, en iyi mancınıkları alabiliyor)
...attıkları haber/röportaj, burada bizim ekranlarımıza kadar ulaştı bu sefer.

Bizim Colin Kazım Richards'la röportaj yapmışlar.
İstanbul'daki Fenerbahçe - Chelsea maçı öncesi çeşitli değerlendirmelerde bulunuyor ve Türkiye'ye gelme kararını alışıyla ilgili de ufak bir açıklama yapıp söyleşiyi kapatıyor.

Sonunda da muhabirlerimiz, söyleşiyi paketleyip bağlıyor, mancınığa yerleştirip, ipi kesip gönderiyor!

Kazım-Richards 'Maviler'in karşısına çıktığında, sırtında başka bir isim yazıyor olacak.

Kendisi şöyle açıklıyor: "Burada formanızda bir Hıristiyan ismi taşıyamazsınız, o yüzden bana 'Kazım Kazım' diyorlar"

* * *
Vay be!

Neler öğrendik, daha da neler öğreneceğiz..!

* * *

Röportajın tamamını okumak için bu yazının başlığına tıklayın.
Bağlantısı orada.



5 Nisan 2008 Cumartesi

Gecelerin adamı Milano yolcusu


Alemlere akmaktan arta kalan zamanlarında idmanlara çıkan Ronaldinho, nasıl başarmışsa, bu arada sırada katıldığı antremanların sonuncusunda sakatlanmayı başarmış ve sezonu kapatmış. Zaten sezon sonu takımdan ayrılacağını sağır sultan bile biliyor. Bu da demektir ki, Barcelona formasıyla bir daha göremeyeceğiz kendisini.

Tabii bir sezon öncesine kadar futbol dünyasını kasıp kavurmuş bir adam takım arayınca, transfer haberleri de bitmek bilmiyor. Ronaldinho'nun Barca ile sözleşmesi devam ediyor ancak yeni kurallar gereği 16 milyon euro civarında bir parayı getiren bonservisini alabilecek. Aynı zamanda menajeri olan abisi birçok büyük takımla görüştüğünü açıklamıştı zaten. Geçtiğimiz gün yayınlanan fotoğraf da bunu yalanlamadı.



Ronaldinho'nun abisi, Milan asbaşkanı Galliani ile karınlarını bir güzel doyurmuşlar, öpüşüp ayrılmak üzereler. Muhtemelen abisi de Roni'ye kaç para teklif ettiklerini söylüyor telefonda. Bugün başkan Berlusconi de, Ronaldinho'dan cevap beklediklerini belirtti. Sert İtalyan futbolunda ne kadar iş yapar, "Kaka-Ronaldinho birlikte oynar mı" geyiklerine ne kadar dayanır bilinmez. Ama Inter'in de devrede olduğunu düşünürsek, Roni Milano yolcusu gibi.

Ha bir de böyle transferler yapmayı pek seven bir adam vardı, n'oldu ona? Bir sürpriz yapmasın...

3 Nisan 2008 Perşembe

Tuncay'lı Middlesbrough


Yeni adıyla Tuncay'lı Middlesbrough beklentilerin altında bir sezon geçiriyor. 2006'da UEFA'da final oynamışlardı. Bu sezon ise ligin bitimine 6 hafta kala 13. sıradalar. Düşme hattının 8 puan üstünde.

Her pozisyondan sonra oyuncularını alkışlamayı görev edinmiş Southgate, sezon başından beri farklı şeyler deniyor. Ama bir türlü istediği kıvama getiremedi takımı.

Kaleden başlayalım. Adını söylemesi zevkli adam olan Mark Schwarzer garip bir sezon geçiriyor. Devleştiği maçlar da oldu, çok saçma goller yediği de. Güven vermiyor bana çok. Ama kadrodaki en iyi kaleci o şu anda.


Defans ise bir garipti. Woodgate sakatlıklardan sonra futbolu unutmuş gibiydi. Çok ağırdı ve amatörce hatalar yapıyordu. Tottenham'a yolladılar da kurtuldular. Yanında oynayan David Wheater ise seneye, en geç iki sene içinde 4 büyüklerden birine gider. '87 doğumlu, fiziği gayet yerinde, kademeye iyi giriyor, oyunu iyi okuyor. Yanında Huth veya Pogatetz oynuyor. Chelsea'deyken de Huth'u beğenmezdim, burada da beğenemedim. Gerçi çok fırsat bulamadı ama çok düz bir oyuncu. Middlesbrough üstlere oynamak istiyorsa Wheater'ı elinde tutup, yanına iyi bir stoper bulmalı.

Orta saha ise en sorunlu bölgesi takımın. Sol kanatta değişmez isim Stewart Downing var. Takımın en değerli oyuncusu, milli takımda da oynuyor. Sezon başında Tuncay'ı sağ kanatta deniyordu Southgate. Bir türlü istediği verimi alamadı. Ara sıra Boateng'i denedi ama Boateng kesinlikle kanat oyuncusu değil. Transferin son günü alınan Gary O'Neil oynuyor artık sağ kanatta. Fakat o da istenen performansta değil. Kanat bindirmelerini hiç alamıyorlar sağ taraftan.



Orta sahanın ortasında Boateng-Rochemback-Arca-Cattermole dörtlüsü arasında tercih yapılıyor genelde. Baştan söylemek gerek, Rochemback bu takımın her şeyi. Çünkü orta sahada topu alıp, takımı hücuma doğru paslarla çıkarabilen tek oyuncu kendisi. Boateng, sadece fizik güce dayalı, tekniği son derece zayıf bir oyuncu. Makelele ile kardeş olduklarını söyleseler inanırım. Arca'da ise aldığı her topu geri dönüp defansına atma hastalığı var. Cattermole ise altyapıdan yetişmiş genç bir futbolcu. Ve henüz oyun kurucu sorumluluğunu alabilmiş değil. Ama potansiyeli var.

Bu arada Boro'nun resmi sitesinde (birisi lütfen şu sitenin fon rengini değiştirsin, sitede gezmek gözlere işkence resmen) "Orta sahanın ortasındaki ikili kim olmalı?" şeklinde bir anket var ki, %25 gibi bir oranla "Boateng-Shawky" ikilisi açık ara farkla önde. Ama kim bu Shawky, bilen beri gelsin. Bu sezon sadece 4 maçta oynamış. Haliyle hiçbir maçına rast gelemedim, izleyemedim. Bilgisi olan varsa yoruma eklesin. Bana göreyse takım tek forvete düşüp iki ön libero olarak Boateng-Arca-Cattermole üçlüsünden ikilisi seçilip, önlerine de Rochemback koyulmalı.


Forvete geldiğimizde ise bir türlü oturmamış bir yapı görüyoruz. Southgate sezon başından beri bir sürü kombinasyon denedi burada. Mido-Aliadiere-Tuncay arasından tercihini yapmaya çalışıyordu (Yakubu sezon başında birkaç maç oynayıp Everton'a transfer oldu). Bunlara devre arasında beklenen transfer Afonso Alves eklendi. Hollanda'da leblebi gibi gol atan oyuncu, İngiltere'de daha gol atmayı başaramadı. 12 milyon £'luk bonservisi ile overrated bir oyuncu olup olmadığı çok tartışıldı, şimdiye kadar bu iddialara da cevap verebilmiş değil.

Mido kalça kemiğinden ameliyat olduğu için sezonu kapattı. Forvetler arasında en güçlüsü, haliyle ileride en çok top tutabileniydi. Ama sakatlıklar yüzünden oynayamadı istediği kadar. Aliadiere Arsenal'de, kupa maçlarında Liverpool'a karşı oynadığı oyunu çok arattı. O maçlarda oynadığı oyunla iyi pazarladı kendini. Fakat bu sezon sahada oraya buraya koşmaktan fazlasını yapamadı, ligde sadece 4 golde kaldı. Tuncay'ı ise anlatmaya gerek yok. Saha dışındaki alışma süreci biraz sancılı geçti muhtemelen, bu da sahaya yansıdı. Ne zaman ki ortama uyum sağladı, saha içinde de kendine güveni geldi, Fenerbahçe'deki Tuncay'a döndü. İngilizce öğrenmek için haftada 2-3 ders aldı evinde. Şimdi söylenenleri anlayabiliyormuş. Yavaştan İngilizce demeç vermeye de başlamış. Downing ile birlikte takımın en çok gol atan oyuncusu ligde. 6'şar golü var ikisinin.

Bitime 6 maç kala Boro rahat gibi. Düşmeyecekler muhtemelen. Ama Southgate hiç rahat olmayacak. Kellesini isteyen çok olacaktır. Zorlu bir yaz onu bekliyor.

Burası Kadıköy!


Bu sene Türkcell Süper Lig'de Sivasspor'un yaptığını Şampiyonlar Ligi'nde Fenerbahçe yapıyor. Türkiye için Sivas nasıl bir bilinmez Futbol kenti ise Fenerbahçe'de Avrupa için o demek ve o Avrupa Fenerbahçe'yi ve Fenerbahçe'li futbolcuların adını yavaş yavaş ezberliyor.
***
Sevilla gibi bir takımdan sonra gelen Chelsea futbol olarak tamamen farklı karakteristik özellikleri olan ve her yıl Şampiyonlar Liginde finalleri alışkanlık haline getirmiş bir "marka" takım. Ki bunu da Fenerbahçe'ye karşı Şükrü Saraçoğlu'nda fazlasıyla gösterdiler. İlk 45 dakika Sarı Lacivertlilere neredeyse top göstermeyen Londra ekibi Fenerbahçe'ye adeta futbol dersi verdi. Siz bakmayın Fenerbahçelilerin şanssızdık söylemlerine [ki evet şanssızdırlar, CL'de bir sezonda kendi kalesine attığı gol sayısı yediklerinin 3'te 1'i olan başka da bir takım yoktur.] Chelsea ilk yarıda çok net 0-3'lük skoru kaçıran taraf olup buna karşılık Fenerbahçe'yi ceza sahasına sokmamıştır. 1-2 Vederson, Uğur A.Ş. cılız bindirmesi, Önder'in Gökhan'ın kötü bir kopyası olma özellikleri ile kanatlardan da gelemeyen Fenerbahçe orta sahanın ortasına kilitlenmiş ve burada da Ballack, Lampard, Essien, Makelele ile defansta iken alan daraltıp, hücumda iken çabuk üçgenler kurarak sık sık Volkan'la karşılaşmıştır. Volkan demişken, eğer bu maç kazanıldıysa forma numarası gibi 1 numara onundur. Fenerbahçe'nin hücumda hiçbirşey yapamadığı anlarda bu takımın skorda daha da geriye düşmesine ilk yarıda 2 tane %100'lük pozisyonu çıkararak izin vermemiştir.
***
2. yarı'nın ve maçın 2. kahramanı da Kazım Kazım'dır. Rakibi sinir eden hareketleri, serseri futbol stiliyle Chelsea'nin 2. yarıda bütün defansif dengelerini bozup Fenerbahçe'ye beraberlik şansını getirmiş ve takımının hücum gücünü zenginleştirip daha sonra oyuna giren Semih'le oyundaki dengeleri Fenerbahçe lehine değiştirmiştir.
***
Deivid. Bu adam ayrı bir paragraf'ı değil ayrı bir sayfayı hakediyor. Blog'da daha önce yazdığım gibi Fenerbahçe'nin bu sene CL'deki en verimli oyuncusu. Attığı gol akılalmaz, yaptıkları inanılmaz. Ümit Aktan'ın sözü gibi "bütün maykıllar da gelse o topu çıkaramaz!" Kendi kalesine attığı gol'de arkasında duran Edu'ydu ki biri atmasa diğeri nasıl olsa Volkan'ı avlayacaktı :)
***
İngiltere'deki maç'ta Fenerbahçe skoru korumak için oynamayacaktır. Bu takım her takıma her şartta gol atabileceğini defalarca ispatlamıştır ve orada da umudumuz o ki goller bulacaktır. Fenerbahçe'li futbolcular yenilgiyi asla kabullenmeyen oyun karakteriyle tırnaklarıyla kazıya kazıya geldikleri bu noktadan diliyoruz ki Moskova'ya kadar uzanacaklardir.

2 Nisan 2008 Çarşamba

Turkiya Kamandasının En Yahşi Futbolcusu


Şimdi yukarıdaki başlığı görenler diyebilir ki "Yahu bu nedir?"

Milli takımımızın EURO2008 elemelerinde yaptığı maçlardan bir tanesinin canlı yayını sırasında, Azerbaycan devlet televizyonu AzTV1 sunucusu, Servet Çetin'i böyle tanımlamış, böyle tanıtmıştı izleyicilerine, savunmadaki bir hava topu mücadelesinde.

Aslında bu yazının başlığı, "Servet'in Yolculuğu" da olabilirdi, olmanın eşiğinden döndü. Yazının yazılmasına karar verildiği andan, yazılmaya başlandığı noktaya kadar geçen zaman içinde yaşananlar, başlığın bu şekilde evrim geçirmesini, aslında sağladı, ama ilk akla gelen fikir ağır bastı yine son dakikada.

Tabi, "Servet'in Yolculuğu" demekten daha önemli olan, olayların bize bu yolculuğun bilinçli bir yolculuk olduğunu hissettiriyor olması.

En azından, "kontrol altında bir yolculuk"

Bu, son derece basit bir gözleme dayanıyor: Servet kendini geliştiriyor. Bir insanın sahip olabileceği en büyük değerlerden biri, kendini geliştirebilme yeteneği olsa gerek.

Fenerbahçe'deyken, sürekli, ama sürekli, hataları ve eksiklikleriyle gündeme gelirdi Servet Çetin. Daha geçen gün TRT'de Stadyum programında, Servet'in Fenerbahçe'ye ilk geldiği zaman, kadroya giremeyen, mevkisinde ikinci yedek konumunda olan bir oyuncu olduğu konuşuldu.
O, bu noktadan, "kadroya girebilen ama ne zaman ne hata yapacağı kestirilemeyen oyuncu" konumuna yükseldi.

Bu "yükselebilme kabiliyeti", onu Fenerbahçe'de yaşadığı sakatlığın ardından düştüğü Anadolu yollarından alıp, Ali Sami Yen'de Rigobert Song'un yanına yerleştirdi.

Kısa zamanda "mücadeleciliğini" ön plana çıkarıp, çalışkanlığıyla da fiziksel durumunu sürekli üst düzeyde tutarak açıklarını kapattı, Song'un yanında yerleştiği yerle de yetinmedi, maç öncesi taraftarın Song'dan da önce tribüne çağırdığı oyuncu olma noktasına, bir anlamda "yükseldi"

Ha, tüm bunları bize düşündüren, dahası düşündürmeye devam edip yazıya dökme noktasına getiren nedir, aslında bir - iki ufak not ve gözlemdir.

İzlediğiniz maçlarda, tabi Servet savunma oyuncusu olduğu için, kendisinin kafa topu mücadelelerindeki durumu dikkatinizi çekiyor. Karşısında çok ciddi bir rakip de yoksa, Servet'in bu mücadelelerden ısrarla ve sürekli olarak başarıyla çıktığını görüyorsunuz.
Bir noktadan sonra, basında da "Servet'in kafa toplarında başarılı olduğu" yönünde yorumları duymaya başlamışken, Galatasaray dergisinin Aralık 2007 sayısındaki röportajda bir paragrafa tesadüf ettim.

Bu düşündürdü bana, bir konuya kafa yormak, odaklanmak ve çalışmak nedir...ne demektir.

Spor programlarını izliyor musun, beğendiğin yorumcu var mı?

Bazen çok komik geliyor. O zaman takip ediyorum ama çok az. Yorumları dinlemediğim için beğendiğim yorumcu şudur diyemem. Hiçbir fikrim yok. Spor sayfalarını çok fazla okumam, fotoğraflara bakar geçerim. Kimler kafa topuna çıkmış bakıyorum ve geçiyorum.