29 Eylül 2008 Pazartesi

Galatasaray - Konyaspor

Ben tribün organizasyonlarının içinde olan bir adam değilim, veya taraftar gruplarının. Olmayı da çok sevmiyorum. Alpaslan Dikmen'i sıradan bir taraftar ne kadar tanıyabilirse o kadar tanıyorum, Kapalı'da izlediğim maçlardan sima olarak, bir de Discovery Channel'da yayınlanan Football Hooligans International programında Galatasaray adına konuşmuştu, oradan.
(ki hiç beğenmediğim; objektiflikten uzak, "futbol taraftarı şiddet yaratır" önkabulüne yakın bir programdı, belirteyim)

Ölümüne çok üzüldüm. Ardından kendisi hakkında söylenenler içinde en çok önemsediğim, onun Galatasaray içinde bir "köprü" olduğu yolunda olanlardı. Bunu burada tarif edecektim ama vazgeçtim, ekşisözlük'ten xetex adlı üyenin yazısından alıntı yapacağım. Yazara da bir selam gönderiyorum...

Galatasaray'lıların abisi. hatta yaşı aynı olanların bile çoğunun sanki öz abisi. tribunde bir köprüydü alpaslan abi. zengin ile fakir arasında, liseli ile lisesiz arasında, anadolu ile istanbul arasında, iyi ile kötü arasında, okumuş ile cahil arasında, kapalı ile açık arasında, taraftar ile yönetim arasında, sarı ile kırmızı arasında. galatasaray köprüsüydü adı. ben onu ne zaman görsem ya birinin sorununu dinliyor olurdu, ya birine yardım ediyor ya da haytalık yapanlara "akıllı olsanıza" diye laf yetiştiriyordu. senelerce ali sami yen'in eşi fahriye yen bakım yurdunda yaşarken bizi her hafta rutine baglatıp ziyaretine götüren de oydu, metin oktay'ı taraftarlarca ziyarete gidelim yalnız bırakmayalım diye çığır açıp gelenekselleştiren de oydu, ultraslanı üniversitelere taşıyıp dev bir organizasyon kuran da oydu, bizi galatasaraylı herşey müptela eden de oydu ve en çok da binlerce dostluğa sevgiye arkadaşlığa sebep olan oydu.

tribünde yanyana oturan zıt kutupların birbirlerine "o da galatasaraylı! o da benden" diye bakmasında kilometre taşıydı.

Pazar günü Ali Sami Yen Stadyumu hayatının en sessiz gününü yaşadı. En hüzünlü gününü de.
Lütfen biri bana söylesin, bu tribün bir daha bu kadar siyah olabilir mi?



Açık, Kapalı, Numaralı simsiyah, ve sahadaki takımın elinde bir pankart.
ekşisözlük'teki arkadaşımız doğru yazmış.

Hepimizin başı sağolsun.

* * *

Sahaya girersek...Herkesin söylediği "iki devrede iki farklı oyun" sözü doğru. Devre arasında Skibbe'nin oyuna müdahaleleri var, değişikliği yaratan 2 numaralı faktör bu.

1 numaralı faktör ise, ikinci devrede takımdaki yardımlaşmanın çok yukarılarda bir seviyeye çıkması, konsantrasyonun inanılmaz derece artması ve bunun sonucu olarak da ayakların çok "ayarlı" hale gelmesi (kısa ve uzun paslardaki isabet, keskinlik ve akıcılıktan bahsediyorum).

Takımdaki bu psikolojik değişimde de Skibbe'nin katkısı elbette vardır. Dolayısıyla bu maçı takımla beraber Skibbe'nin de iyi not aldığı bir maç olarak değerlendirebiliriz.

Ali Sami Yen tribünleri de tam bunu ister işte. Oranın bir psikolojisi var. Sahadaki takımda konsantrasyon ve yardımlaşmanın üst düzeye çıktığını gördüğü anda, tribünler bir patlama yaşar. O patlama anını hissedebilirsiniz. Önce hisseder sonra da "duyarsınız". Tıpkı bir uçağın ses duvarını aştığı an gibidir o an.
Eski Açık'ın Sarı dediği an da o andır zaten. Bunu o stadı tanıyanlar bilirler.
O anda stad, takımın şampiyon olabileceğine inanır. Veya şöyle söylemek daha mı doğru; "şampiyon olmak istediğine inanır".

İşte bunun yaşandığını dün ben gördüm, sesini de duydum.


* * *

Konyaspor ise dün Galatasaray'a çok iyi rakip oldu.
Çok çalıştı, hep doğruları yapmak için uğraştı, önde bastı, topa sahip değilken bile sahanın tamamına yakınını kullanıp pres yaptı, yardımlaşmayı üst düzeye çıkarmak için uğraştı.
Futbola olan bu pozitif yaklaşımının bir uzantısı olarak da, savunmayı mümkün olduğunca ileride kurup "takımın boyunu kısaltmaya" çalıştı.
Sonuçta da bunun "cezasını" çekti zaten.

Ama bu sayede maçın bizler için bir "ceza" olmasını engellemiş oldu. Kora kor ve top için mücadele eden iki takım izledik.

Teşekkürler Konyaspor.

Hiç yorum yok: